BEDİA MUVAHHİT TİYATRO ÖDÜLLERİ’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Değerli tiyatro tarihçimiz Refik Ahmet Sevengil “Türk Tiyatrosu Tarihi: Meşrutiyet Tiyatrosu” kitabında uzun uzun anlatır Türk kadınının zorlu tiyatro serüvenini. Aslında, yakından incelenmesi gereken bir süreçtir bu. Çünkü bugün karşımıza çıkan kadın manzaraları ve sosyal çalkantılar, dünün izlerini taşımaktadır bir anlamda.
I. Dünya Savaşı’nın sonlandığı 1918’in ikinci yarısına kısaca göz attığımızda, Müslüman Türk kızlarının Darülbedayi’ye öğrenci olarak alındıklarını görürüz. Ne var ki, Sevengil’in satırları, kadına toplum hayatında gereken yerin verilmediğinin kanıtıdır. Dönemin Beyoğlu Belediye Dairesi Müdürü olan kişi şöyle der kadın öğrencilerle ilgili olarak: “Biz kendilerini mektebin derslerini takip etmekte serbest bırakmakta mahsur görmedik; fakat yarın bu dersleri hiç şüphesiz sahnede tatbik etmek sırası geldiği zaman şimdilik yalnız hanımlara verilen müsamerelere inhisar ettireceğiz.” Darülbedayi’ye öğrenci olarak alınan ilk Türk kızlarından biri de Afife’dir.
Ve Afife, Nisan 1919’da, Darülbedayi’de sahnelenmekte olan Hüseyin Suat Bey’in “Yamalar” oyununda başrolü oynayan Eliza Binemeciyan’ın kurumdan ayrılmasıyla, kendisine yapılan teklifi kabul ederek Jale takma adıyla Kadıköy’de Apollon Tiyatrosu’nda sahneye çıkar. Dolayısıyla, Afife, tiyatro sahnesine çıkan ilk Türk kadınıdır. Birkaç yıllık bir zaman kayması nedeniyle Cumhuriyet eşiğini maalesef atlayamamış olan bu genç kadın, çevresini saran yobazlığın, baskıcı yöntemlerin ve dolaylı şiddetin hışmından korunamayarak erken yaşta, olumsuz koşullarda hayata veda edecektir.
Ve aynı kuşaktan Bedia Muvahhit 1921 yılında, Erenköy Kız Lisesi’nde Fransızca hocasıdır. Eşi Muvahhit Rafet Bey, Darülbedayi sanatçılarındandır. Bedia Hanım, Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” romanını filme çeken Muhsin Ertuğrul’un teklifini kabul ederek sanat hayatına ilk adımını sinema ile atar. Muhsin Ertuğrul’un amacı, daha sonra anılarında belirttiği gibi, Türk kadınına ilerde tiyatro sahnesine yönelmesi için zemin hazırlamaktır. Ne güzel ki, Muhsin Ertuğrul’un düşü Türkiye’nin aydınlık şehri İzmir’de 1923 yılı Ağustos ayında gerçeğe döner. Bedia Muvahhit, kendisini “Ateşten Gömlek”te izlemiş olan ve de her fırsatta Türk kadınının sahneye çıkması gerektiği fikrini savunan Atatürk’ün teşvikiyle ve de onun huzurunda sahneye çıkar. Tayyare Sineması’nda, İbn-ür Refik Ahmet Nuri Bey’in “Ceza Kanunu” piyesinde oynar. Tiyatro sahnesine Atatürk’ün verdiği güçle çıkan ilk Türk kadın sanatçı olarak belleklere, gönüllere yerleşir. 1923 yılı Aralık ayında artık Darülbedayi kadrosundadır.
1950 yılında, Bedia Muvahhit’in İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda yapılan 25. Yıl Jübilesi için kurum dergisine yazdığı bir yazıda şöyle der Reşat Nuri Güntekin: “Bedia sahnede ilk Türk kadını değildir. Onun daha karanlık zamanlarında bütün bir cemaatin kanunlarına meydan okuyarak sahneye çıkmış birkaç mağdur ve mazlum kadınımızın hakkını yememek lazımdır. Fakat ilk gerçek kadın artistimiz odur.”
1973 yılında aynı coşkuyla 50. Sanat Yılı kutlanacaktır Bedia Muvahhit’in. Ne kadar anlamlı bir tespitte bulunmuştur o gün İzzet Akosman; “Ata’nın kadın hakları inkılabının ilk tatbik sahası, Bedia’yı sahneye çıkarmakla olmuştur.”
1994 yılında yitirdiğimiz Bedia Muvahhit, oyunculuğuyla, zekasıyla, bilgisiyle, kültürüyle hep bir yıldız gibi parlamıştır. Aslında; tiyatroya tutkulu, tiyatroya saygılı bir yıldızdır o. Cumhuriyetimizin çığır açan kadınları arasında en ön sıradadır yeri kuşkusuz.
Evet, tiyatro insanla, hayatla bire bir hesaplaşan bir sanat. Söylemi bireyin mutluluğu, toplumun iyiliği üzerine odaklanmış. Dünden bugüne sorgulayarak gelmiş ve bugünlerden yarınlara yine aynı şekilde yol alacak. Her dönemde ve her koşulda özgürlükler adına, özgür düşünce adına mücadele ediyor tiyatro. Sanata ve sanatçıya yapılan baskılara direniyor. Evet, tiyatro bir yaratım, bilgilenme, eleştirme, sorgulama, düşünme, düşünmeye yönlendirme süreci olarak hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmayı sürdürüyor. Bunu başaramayanlar kendi yoz dünyalarında sıkışıp kalıyor. İşte bütün bunlar düşünüldüğünde tiyatro adına verilen ödüller de sanatçıları yeni yaratılar, yeni hedefler, yeni mücadeleler ve çalışmalar için yüreklendiriyor…
Bu açıdan bakıldığında; İzmir’de kurulmuş olan ve de bugün altı sahne ile varlığını sürdüren, genel sanat yönetmenliğini Çağlar İşgören’in yapmakta olduğu Sahne Tozu Tiyatrosu, düzenlemekte olduğu Bedia Muvahhit Tiyatro Ödülleri ile hem kıymetli sanatçımıza saygılarını sunuyor, hem de tiyatro dünyamıza, tiyatromuzun İzmir’den yükselen sesine anlamlı bir selam gönderiyor.
Yine önümüzdeki günlerde 22. kez gerçekleştirilecek olan Yapı Kredi Afife Ödülleri de cesur; ama çevresindeki dişlilerden kurtulamayan kadın sanatçımızın şahsında tiyatro dünyamıza sunulan saygı ve sevgidir.
Ne güzel ki, İstanbul’da Afife Tiyatro Ödülleri ve İzmir’de Bedia Muvahhit Tiyatro Ödülleri sevgili Haldun Dormen’in önerisiyle ve onun sanat danışmanlığında hayata geçmiş olan ödüller. Haldun Dormen’in 1955 yılında kurduğu Cep Tiyatrosu ile ateşlenen tiyatro sevdası devam ediyor bizleri ve gençleri aydınlatmaya.
Sahne Tozu Tiyatrosu’na başarılı çalışmalar ve Bedia Muvahhit Ödülleri’nin daha nice yıllar devamı dileğiyle…